“Kentin nimetlerinden yararlanmak kadar külfetlerine de katlanmak gerekir”
Panelin ilk konuşmasını yapan önceki dönem Devlet Bakanı Önay Alpago son derece önemli konulara değindi. Kentlerde bir arada yaşam iradesinin önemine değinen Alpago, “Kentin nimetlerinden yararlanmak kadar külfetlerine de katlanmak gerekir. Unutmayalım ki ortak yaşam sadece bir arada yaşamak demek değildir. Ortak yaşam, beraberliklere dönüştürülen yaşam biçimidir. Beraber ağlamayı, beraber gülmeyi, beraber üzülüp, beraber sevinmeyi becerebildiğimiz zaman kentlilik bilincimiz de, yurttaşlık bilincimiz de gerçekten ve en önemlisi dayanışma duygumuz da yerleşecek ve derinleşecektir.” dedi.
İNSANLARIN YAŞADIĞI KENTE İLGİ DUYMALARI GEREKİR
Sözlerine, “Ben bu sabah İstanbul’dan geldim, yaklaşık 4,5-5 saat sürdü yolumuz. 20 dakika konuştuktan sonra yine o 5 saatlik yolu, İstanbul yolunu alacağım. Bu kadar uzun bir zamanı kısa bir süre için de olsa gelişimin nedeni Çaycuma’yı, Çaycumalıları, Belediye Başkanımızı ve ailesini çok sevdiğim içindir. O nedenle kabul ederseniz Ereğliliyim dediğim kadar Çaycumalıyım da diyebilir miyim?” diyerek başlayan Alpago, “Kentler içinde yaşadığımız, çalıştığımız, mutluluğu aradığımız mekânlardır. Yılların mirası, tarihin, doğanın ve kültürün kısacası geçmişten günümüze gelen tüm değerlerin bütünüdür, birikimidir. Hep birlikte yarattığımız bu kentlerde bir kent kültürü, bir kent hukuku yaratırız. Kentte yaşayanların bu bilinç ve kültürü orada yaşayan insanların sahiplenmesiyle olur. O kentte yaşayanlar kendilerini oranın sahibi olarak görmelidirler ve o nedenle kenti sahiplenmelidirler. ‘Sakini olma, sahibi ol’ sözü bence bu durumu anlatan en güzel sloganlardan biridir. Sahiplenmenin ilk koşulu kente iştirak edebilmektir. Katılmak için insanların yaşadığı kente ilgi duymaları gerekir. İlgilendikçe ve bilgi sahibi oldukça muhakkak ki sahiplilik duygusu güçlenecektir. İlgi duymayan, bilgi sahibi olamaz. O nedenle kente katılan, orayı kendine ait hisseden insan hem kentin sahibidir, hem de kentlilerin hemşehrisidir. Salondaki milletvekillerimiz, bakanlarımız geçmiş yıllardaki başarılarını herhalde en çok yaşadıkları kente ve kentlilere, hemşehrilerine gösterdiği sevgiden, dayanışmadan, güçten almışlardır. Kentler sosyal gelişmelerin, kültürel etkinliklerin, uygarlıkların oluştuğu yerlerdir. Önceki nesillerden kalan tarihi, kültürel, doğal zenginlikleri koruyup yaşatacak olanlar o kentte yaşayanlardır. Bu eserleri sahiplenmek demek gelecek nesilleri de sahiplenmek demektir. 1966 yılında Floransa’da Arno Nehri taşar. Bütün şehir sular altında kalır. Ancak Floransalılar evlerine koşmak yerine önce galerilere, sanat merkezlerine koşarlar ve sanat eserlerini kurtarmaya başlarlar. Bu anlayışın hâkim olmasında, bu bilincin yerleşmesinde o büyük görev ve sorumluluk en çok yerel yönetimlere düşer. Katılımcı demokrasi anlayışı içinde uzlaşmacı, hoşgörüye açık, vizyon sahibi belediye başkanları kentte yaşayanların en büyük şansıdır, tıpkı Çaycuma’da olduğu gibi.
KENTİN NİMETLERİNDEN YARARLANMAK KADAR KÜLFETLERİNE DE KATLANMAK GEREKİR
Alpago konuşmasına, “Değerli arkadaşlar hiçbirimiz birbirimize benzemeyiz. Fiziki olarak da benzemeyiz. Alışkanlıklarımız, huylarımız, değerlerimiz, önceliklerimiz açısından da benzemeyiz. Ancak birlikte yaşarken sadece kendimize ait olan değerlerle, doğrularla, kabullerle yaşayamayız. Sadece kendimizde var olan, kendi kültürümüzü üstün kılmak için yaşayamayız. Önemli olan birlikte yaşadığımız, birlikte yarattığımız kent kültürünü paylaşmamızdır. O nedenle kente özgü kimi kurallara uymak gerekir. Örneğin, sokağa çöp atmamak gerekir, yüksek sesle müzik dinlememek gerekir, nezaket kurallarına uymak gerekir, bisikletlilere ayrılan yolu kullanmamak, işgal etmemek gerekir. Kentin nimetlerinden yararlanmak kadar külfetine, külfetlerine de katlanmak gerekir. Unutmayalım ki ortak yaşam sadece bir arada yaşamak demek değildir. Ortak yaşam, beraberliklere dönüştürülen yaşam biçimidir. Beraber ağlamayı, beraber gülmeyi, beraber üzülüp, beraber sevinmeyi becerebildiğimiz zaman kentlilik bilincimiz de, yurttaşlık bilincimiz de gerçekten ve en önemlisi dayanışma duygumuz da yerleşecek ve derinleşecektir.” diyerek devam etti.
KENTLİLİK BİLİNCİNİN ARTMASI, KENTLERE AYRI BİR DEĞER KATAR
Yöresel üretimlerin küçük dayanışmaların önemine değinen Alpago, “Çaycuma’daki kadınların ördüğü atkılar, bereler, eldivenler yalnızca çocuklar üşümesin diye değildir. Onların da avuçlarına bırakılan bir tutam sevgidir. Kent kültürünün temel taşları saygı, hoşgörü, yardımlaşma, paylaşma, özveri ve dayanışmadır. Bütün bunların olabilmesi için kent imkânlarının herkese açık ve eşit olması da son derece önemlidir. Kentlerde konut, altyapı, ulaşım, istihdam, çevre ve kent yaşamına ilişkin konular öne çıkan konulardır. Bu konularda üretilecek çözümler o kentte yaşayan herkesin eşit yararlanmasına imkân verebilmelidir. Kişilerin siyasi görüşü, etnik veya dini aidiyeti; din, dil, eğitim farkı hizmet almakta ne üstünlük nedenidir ne de mahrum kalma kaderidir. Eşit yararlanmada, çağdaş ve katılımcı demokrasilerde sadece kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanır, onlar için kız öğrenci yurtları, kreşler, sığınma evleri kendilerine gösterilen pozitif ayrımcılığın örnekleridir. Kent imkânlarının herkesin kullanımına açık olması demek, kente yabancılaşmayı önlemek demektir ve bu da kente sahip çıkma duygusunu geliştirir. Kent dayanışması, kentlilik bilincinin artması, sağlam insani değerlerin buluşması kentlere de ayrı bir değer katar.” dedi.
KENT DAYANIŞMASI İNSANA YALNIZ OLMADIĞI DUYGUSU VERİR
Dayanışmanın hemşehriliği, hemşehriliğin de dayanışmayı güçlendirerek insana yalnız olmadığı duygusunu verdiğini ve paylaşmayı anlamlı kıldığını söyleyen Alpago, “1952 yılında Helsinki Olimpiyatlarında ünlü Çekoslovak atlet Emil Zatopek üç dünya rekoru kırar. Aynı olimpiyatlarda 5 bin, 10 bin ve maraton yarışlarında birinci gelir. Ondan önce de çeşitli dünya şampiyonlukları vardır ama ilk kez üç birinciliği bir olimpiyatta alır. O Çeklerin gururudur. Çek lokomotifi ismi takılır. Onlar için çok kıymetlidir Zatopek. Yıllar sonra Rus tankları Çekoslovakya’yı işgal eder. Zatopek üniformasını giyer, sporda kazandığı madalyalarını takar ve tankların önüne tek başına geçerek işgali durdurmaya çalışır. Şüphesiz ki başarılı olamaz, tanklar işgali gerçekleştirirler ve Zatopek’i cezalandırırlar. Ona sokakları süpürme görevini verirler. Ertesi sabah uzun saplı sokak süpürgesiyle sokağa çıkar Zatopek, bakar ki bütün evlerin önü tertemiz, sokaklarda hiç çöp yok. Çünkü Çekler milli kahramanları Zatopek’e reva görülen bu görevi protesto etmek için sabah erkenden kalkarlar, evlerinin önünü süpürürler. Zatopek’e süpüreceği tek bir çöp bırakmazlar. O da süpürgenin sapına sarılır ve dakikalarca ağlar. Bir kent dayanışmasının, kentin yarattığı bir değere sahip çıkmasının ve telefonun, bilgisayarın, internetin olmadığı bir zamanda böylesine örgütlenerek bu büyük dayanışmayı yaratabilmelerinin beni de çok etkileyen en güzel örneklerinden biridir.” diyerek konuşmasını sürdürdü.
ÇAYCUMA BİRÇOK ÖZELLİĞİ İÇİNDE BARINDIRAN BİR ŞEHİR
Kette yaşayanların haklarının taleplerinin yanı sıra sorumlulukları olduğunu da söyleyen Alpago, “Bu sorumluluk kentlerine hizmet edenlerle, ihanet edenleri ayırabilme sorumluluğudur. 10 yıldır Çaycuma’da Sayın Bülent Kantarcı, eşit, adil ve katılımcı demokrasinin örneği olan hizmetlerinin karşılığını sandıklardaki teşekkür oylarıyla almaktadır. Bu, bir ihanetin değil ödülün adıdır. İstanbul’da da tam tersi olmuştur. İstanbullular, İstanbul’a ihanet ettiğini itiraf eden bir siyasi anlayışa bir daha ihanet etme şansı vermemek için Ekrem İmamoğlu’nu iki kez üst üste seçmişlerdir. Bu da demokratik bir haktır. Seçim kullanılabilen temel hakların başında gelir. O yüzden kentlerde yaşayanlar siyaset, ihanet ilişkilerini unutmamak sorumluluğuna sahiplerdir. Çaycuma birçok özelliği içinde barındıran bir şehir, bir yanıyla Filyos Vadisi’nin verimli topraklarında tarım; manda başta olmak üzere, hayvancılık ve Cumhurbaşkanı’nın bile tanıştığı yoğurtla ismini duyururken öte yandan da bir sanayi şehridir. Bugün OYAK adını alan kağıt fabrikası SEKA’nın, Filyos ateş tuğlasının, doğalgaz yataklarının, kıymetli maden kaynaklarının bulunduğu bir bölgedir. Tarım ve sanayiyi birleştirerek kent yönetmek muhakkak ki çok üstün nitelikler gerektiriyor. Bütün bu niteliklerinin bence en kıymetlisi sayın başkan için, aklı ve bilimi önceliklemiş olmasıdır. Gezdiğim gördüğüm ve bilgi aldığım her yerde çok açık yüreklilikle söyleyeyim bilim insanlarına bu kadar saygı duyan, onların ürettiği projelerden yararlanan belediye başkanı sayısı bugün belki yeterli değildir ama çoğaldıkça o nitelikler de artacaktır. Bilim insanlarının, sanatçıların, düşünce dünyasının zenginliklerini, kendi hizmet alanının merkezi haline getirmiş olması Sayın Başkan için çok önemli ve çok kıymetli bir özelliktir. Bir yandan Türkiye’nin en modern, en çağdaş, en mükemmel spor kompleksini yapar, çağdaş sporlara bütün imkânları açarken öbür yanda da bir ahşap cami inşasıyla yine o tarihsel yıllardan süzülüp gelen bir ibadethaneyi açmış olması, iki farklı dünyaya iki farklı hizmetin örnekleridir. Öte yandan çocuklar için uçurtma şenliklerinde karikatür ve heykel atölyeleri kurmak, sanata bakışını, sanata saygısını gösteren örneklerdir.
KENTLE İLGİLİ PEK ÇOK KURUM ATATÜRK’ÜN O VİZYONU SAYESİNDE ORTAYA ÇIKTI
Konuşmasını örneklerle sürdüren Alpago, konuşmasını, “Cumhuriyetin ilanı ve Ankara’nın başkenti oluşu bir takım parametreler üzerinden ortaya çıkmıştır. İstanbul’un işgale açık olması, Ankara’nın daha zor işgal edilebilecek bir yer olması gibi bir stratejik önemin yanı sıra Türkiye’nin her yerine aşağı yukarı eşit mesafede olması bir başka tercih nedeniyken Aziz Atatürk esas şunu düşünmüştür: Ankara, esas adı Engürü. Engürü, üzüm demektir. Bir bağlar şehridir, üzüm bağları içinde bir yerdir ama köy irisi bir kasabadır. Şimdi başkent İstanbul olursa, İstanbul’da yüzyıllardır sürmüş olan çeşitli uygarlıkların eserleri arasında yeni başkent kimliği kaybolabilir demiştir. Oysaki bakir bir yerde, bakir bir alanda başkent ilan edilen Ankara, yeni bir Cumhuriyet kültürünün ortaya çıkması anlamına da gelecektir. O yeni kent içinde kıyafetten okullara, kamu binalarından hastanelere, caddelerden heykellere, anıtlara kadar her yanıyla ve her yönüyle Cumhuriyet’in kültürünü yansıtabilsin istemiştir. O yüzden başkent Ankara olarak seçilmiştir. Ankara’nın başkent olması hem kentte yeni bir kültürün doğmasına hem de yeni bir Ankara’nın yaratılmasına da kaynaklık etmiştir. Bütün devrimlerinde olduğu gibi kent kültürü, kent hukuku, kentli hakları, belediye bankası gibi pek çok kurum Atatürk’ün o vizyon sahibi görüşüyle ortaya çıkmıştır. O nedenle Can Yücel’in dediği gibi, suyu şavka döndürüp, düşü gerçeğe çevirmiştir. Bugünkü modern belediyecilik anlayışımızın, belediye başkanı ve belediye meclis üyelerimizin, görev yapan konsey üyelerimizin yarattıkları değerler, Atatürk’ün o yıllarda ilk kez Osmanlı İmparatorluğu’nda hiç olmayan ama Cumhuriyet’ten daha sonra dalga dalga yayılan kent kültürüyle mümkün olmuştur. Ben sözlerimi, özlemi tarifsiz, minneti yetersiz, benzeri imkânsız bir sevda olan Atatürk’ü bir kez daha rahmetle anarken kendisine şükranlarımı sunuyorum. Sayın Bülent Kantarcı’yı ve tüm çalışma arkadaşlarını da saygıyla, sevgiyle selamlayarak hepinize teşekkür ediyorum.” diyerek tamamladı.