Ercüment DAŞDELEN / KARS – Doğu Anadolu’daki mezalimin izleri gözler önüne serildi
Türk Tarih Kurumu (TTK), Kars’ta “93 Harbi’nden Millî Mücadele’ye Doğu Anadolu: İşgal, Mezalim ve Kurtuluş” başlıklı sempozyumunu düzenledi.
Kafkas Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, Ahmet Arslan Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşen sempozyumun açılış konuşmalarını, TTK Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin ve Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüsnü Kapu yaptı. Alanında uzman hem Türkiye’den hem de yurt dışından isimler toplam üç oturumlu sempozyuma katılarak konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
TTK Başkanı Birol Çetin, sempozyum açılış konuşmasında Tarih Kurumu olarak 92 yıldır önemli çalışmalara imza attıklarını belirterek, “Kurucumuz Atatürk’ün bize gösterdiği bir istikamet var. Biz de o doğrultuda hakikatin ortaya çıkması için çalışıyoruz” dedi. Çetin, sözlerine şöyle devam etti: “800 seneden fazla beraber yaşamışsınız, hiçbir olay olmamış. Sonradan nasıl oluyorsa devletin en güçsüz olduğu bir dönemde, savaşlarda mağlup olduğu, silahları bıraktığı dönemle ilgili böyle iddialar ortaya atılıyor. Burada 40 bin civarında insanımız şehit oldu. Üstelik çok çeşitli işkencelere maruz kaldılar. 500’e yakın köy yok edildi. Bunların kayıtları elimizde var. Biz büyük devletiz. Dolayısıyla arşivimiz de çok sağlam. Niçin bu kadar uzun süre aynı iddiaları tekrar edip duruyorlar? Kriminal Psikolojide suçluların şöyle bir tavrı vardır. Hep cinayet mahalline döner. Ve bu konuyu sürekli sürekli gündeme getirir.”
Bizim komşuluğumuz çok değerlidir bunun unutulmamasını temenni ediyorum. 1926 yılında Ermenistan’da büyük bir depremin meydana geldiğini ve Türkiye’nin Ermenistan’a yardım eli uzattığını hatırlatan Çetin, “O günkü şartlar altında ülkemiz daha yeni kurulmuş. Biz de yokluk içerisindeyiz. Ermenistan’a yine yardım yollamışız. Mefkuresi İnsanlık davası olan bir milletiz biz. Bugün de mazlum milletlerin yardımına koşuyoruz. Bu eskiden de böyleydi şimdi de böyle. Dolayısıyla böyle bir milleti suçlamak da gerçekten haksızlık oluyor. Bu gerçekleri gençlerimize, yeni neslimize aktarmamız gerekiyor” diye konuştu.
Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüsnü Kapu ise açılış konuşmasında, “Kars’ta yaşayan Karslı biri olarak 93 Harbi sürecinin bütün olumsuz sonuçlarını aile olarak da yaşayan bir kişiyim. Ailemizden de o dönem şehit olan insanlar var. Bizzat dedelerimizden idam edilenler var. 93 Harbi’nden sonra burası işgal altında 42 yıl kaldı ve bu 42 yıl boyunca ciddi, trajik sonuçlar ve süreçler yaşandı. Allah o süreçte şehit olan herkese rahmet eylesin. Bir daha böyle bir zulmün, zalimliğin ve böyle bir esaretin yaşanmaması için hepimiz dua etmeliyiz ve bugünümüzün kıymetini bilmeyiz. Bunlardan yola çıkarak mevcut olanın kıymetini bilmeliyiz. Bütün genç öğrenci kardeşlerimizin özellikle bu süreçleri çok daha bilinçli bir şekilde öğrenme çabası göstermelerini temenni ediyorum” dedi.
Sempozyumda, çeşitli kurumların arşivlerinden temin edilen, bölgede yaşanan ve tarihin en önemli olaylarından Ermeni mezalimine ilişkin fotoğraf sergisinin de açılışı gerçekleştirdi.
Doğu Anadolu’daki mezalimin izleri
Doğu Anadolu’nun yakın tarihinde yaşadığı mezalimin her yönüyle tartışıldığı sempozyum, Kars’ta düzenlendi. Yurt içinden ve dışından önemli uzmanların da katıldığı sempozyumda bölgedeki mezalimin ve işgalin izleri tekrar gün yüzüne çıktı.
Sempozyumda; 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı, o dönemde imzalanan antlaşmaların tarihteki önemli sonuçları, Ermeni isyanlarının bölgede yaşayan Müslüman ve Gayrimüslim halk üzerindeki etkileri ve Millî Mücadele’ye kadar geçen süredeki askeri, siyasi, demografik ve sosyal açıdan analizleri geniş yelpazede masaya yatırıldı. Sempozyumda, o yıllarda Osmanlı tebaası olan Ermenilerin faaliyetleri, silahlanan Ermeni hareketlerinin bölgede yarattığı tehditler, Müslüman halkın içine girdiği zor durum, Doğu Anadolu’daki işgalin etkileri, bölgede meydana gelen göçler bilimsel gerçekler ışığında gözler önüne serildi.
Binlerce masum insan hayatını kaybetti
Sempozyumun ilk oturumu Prof. Dr. Abdurrahman Bozkurt’un moderatörlüğünde yapıldı. Bu oturumda, Prof. Dr. Selçuk Ural, “Kars’ta Ermeni Mezalimi” başlıklı konuşmasını gerçekleştirdi. Ermenilerin yaptığı tedhiş ve katliamların bölgede siyasi, iktisadi ve demografik yapısını da olumsuz etkilediğini belirten Selçuk Ural şöyle konuştu: “Yeşilköy/Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarında Ermeniler lehine ıslahat yapılması hükme bağlandıktan sonra Ermeni Patriği Nerses, Avrupa büyükelçilerine yaptığı ziyaretlerde özerk Ermenistan kurulması için her ne pahasına olursa olsun isyanlar çıkaracaklarını ifade etmekten çekinmedi. 1890 yılına gelindiğinde iki Ermeni teşkilatı Hınçak ve Taşnak cemiyetleri kurularak Anadolu vilayetlerinde 1920 yılının sonuna kadar devam edecek olan tedhiş ve katliamlara başladı. Tedhiş ve katliamlar hareketlerini 1890-1896, 1909-1915 ve 1918-1920 olmak üzere üç safha halinde değerlendirmek gerekir. Çeyrek asır devam eden bu hadiseler, Osmanlı Devleti’nin politikalarında ciddi değişimlere yol açarken aynı zamanda doğu vilayetlerinin siyasi, iktisadi ve demografik yapısını da olumsuz etkiledi. Müslüman ahaliye yönelik Ermeni katliamları I. Dünya Savaşı sürecinde alınan olağanüstü tedbirlerle kontrol altına alındıysa da Mondros Mütarekesi’nden sonra özellikle Kars ve çevresinde tekrar başladı. Kazım Karabekir Paşa komutasındaki TBMM ordusunun Doğu Harekatı’na kadar devam etti. Bu süreçte Ermeni Hükümeti ve kilisesi adeta bir terör merkezi gibi faaliyet gösterdi. Ermeni çetelerinin ve düzenli birliklerinin saldırılarıyla binlerce masum insan hayatını kaybederken, pek çok kişi de farklı coğrafyalara göç etmeye zorlandı. Her ne kadar günümüzde Ermeni Hükümeti, sürekli 1915’e atıflar yaparak dünya kamuoyunda yer edinmeye çalışsa da yaşadıkları acıların katbekat fazlasını, Kars ve çevresinde yaşayan Müslümanlara yaşattılar.”
Propaganda ve terör faaliyetleri yürüttüler
Doç. Dr. Mevlüt Yüksel ise “Berlin Antlaşması’ndan Gümrü Antlaşmasına Doğu Anadolu’da Ermeni Olayları ve Askerî-Siyasi Gelişmeler” başlığı altında konuştu. Ermeni sorununun, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması ile uluslararası bir boyut kazandığını söyleyen Yüksel, oturumda şu bilgileri verdi:
“Bu süreçte dönemin büyük güçlerinin kendi menfaatleri doğrultusunda desteklediği Osmanlı Ermenilerinin bir kısmı önce siyasi görünümlü örgütler kurmuşlar, propaganda faaliyetleri yürütmüşler, ardından da ağırlıklı olarak Vilâyât-ı Şarkiye olarak bilinen Doğu Anadolu’nun hemen her tarafında isyanlar gerçekleştirmişler. Ermenilerin, yurtdışından da destekli Taşnak ve Hınçak örgütleri öncülüğünde 1890-1909 ve 1909-1914 yılları arasında Doğu Anadolu’nun birçok yerinde büyük isyanlar ve kanlı terör eylemleri gerçekleştirdikleri kayıtlara geçti. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin birçok cephede savaştığı I. Dünya Savaşı’nın en şiddetli yılı olan 1915’te uygulamaya koyduğu ve bir kısım Ermenileri kapsayan Sevk ve İskân Kanunu’nun yegâne sebebi de bu isyan ve terör eylemleridir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin savaşın ağır şartlarına rağmen Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlayarak yürüttüğü Sevk ve İskân uygulamaları dâhilindeki tartışmalarda söz konusu hadiselerin asla göz ardı edilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, Doğu Anadolu’daki Ermeni olayları, I. Dünya Savaşı sonrasında da işgal ve mezalim boyutuyla devam etti. Ermeni çetecileri, Gümrü Antlaşması’nın imzalandığı tarihe kadar; Mondros Mütarekesi, Brest-Litovsk Barış Antlaşması ve Türk-Sovyet ilişkilerinin seyri gibi diplomatik gelişmelerin sebep olduğu çeşitli boşluklardan istifade ederek bölgedeki işgal ve mezalimlerini sürdürdüler.”
“Ermenilerin savaştan beklentisi farklıydı”
Doç.Dr. Nebahat Arslan ise Türk Tarih Kurumu’nun üniversitelerinde böyle bir sempozyum düzenlemesinden mutluluk duyduğunu ifade ederek, o dönemde bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin şu bilgileri verdi: “Takdir edersiniz ki Osmanlı Devleti’nin savaşa hazırlık çalışmaları başta Ermeniler olmak üzere ülkedeki hazırlıkların ve Çarlık Rusya’sının çalışmaları ile aynı değildi. Osmanlı Devleti bu savaşa girerken özellikle 93 Harbinde kaybedilen toprakların geri alınması ihtimalini ve devletin içine düşmüş olduğu durumdan az zararla kurtulma ihtimalini düşünüyordu. Rusya’nın ise büyük emelleri vardı. Ermenilerin savaştan beklentisi ve hazırlıkları ise daha kapsamlı ve iki ülkenin amaçlarından daha farklıydı. Bu amaç herhangi bir ülkenin desteğini alarak Büyük Ermenistan Devleti kurma fikri etrafında gelişmişti. I. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ile Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Ermeniler bir yandan Ruslarla iş birliği yaparak Osmanlı ordusunun cephedeki faaliyetlerini zorlaştırmış, bir yandan da bölgedeki Müslüman Türk köylerinde katliamlara girişmiştir.”
Osmanlı coğrafyası misyonerlerin baskıcı faaliyetlerine maruz kaldı
Prof. Dr. Cengiz Atlı’nın başkanlığını yaptığı ikinci oturumda; Doç. Dr. Ramazan Erhan Güllü “II. Abdülhamit Dönemi’nde Doğu Anadolu’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Misyonerlerin Ermeni İsyanlarına Etkileri” başlıklı konuya ilişkin değerlendirmelerini sundu. Ramazan Erhan Güllü, o dönemdeki misyonerlerin baskıcı faaliyetlerinden bahsederek şöyle konuştu:
“Osmanlı coğrafyası 18. yüzyılda Katolik, 19. yüzyılda ise Protestan misyonerlerin yoğun faaliyetlerine maruz kalmıştı. Özellikle Protestanlar, Katoliklerden daha etkin çalışmalar yürüterek ülkenin birçok bölgesinde etkili oldular. Faaliyetlerini ağırlıklı olarak Ermenilere yöneltmişler; açtıkları okul, kilise, yetimhane ve diğer yardım kurumları ile Ermeniler üzerinde bir “koruyucu” rolü benimsemişlerdi. Sahip oldukları ekonomik ve siyasi güç, faaliyetlerinin karşılığını daha rahat almalarını sağlamış ve Ermeniler arasında önemli sayıda bir Protestan kitle oluşturmayı başarmışlardı. Berlin Antlaşması sonrası yoğunlaşan Ermeni silahlı hareketi, misyonerleri hedeflerine ulaşmak için önemli bir destekçi grup olarak görüyorlardı. II. Abdülhamit döneminde meydana gelen isyanlarda da bölgedeki misyonerler ve konsolosların çeşitli etkileri bulunmaktaydı. Ermeni komiteleri açısından misyonerler öncelikle kendilerine yurtdışında destek sağlayan siyasi bir zümre, daha sonra da batılıların bölgeye müdahalesini sağlayacak aracılar görümündeydi.”
İngilizler, Ermeni devleti kurmayı tasarlıyordu
Prof. Dr. Abdurrahman Bozkurt, “I. Dünya Savaşı’nın Ardından İngiliz Hükümetini Ermenilerle Kürtleri Uzlaştırma Çabaları” başlıklı konuşmasında, o dönemdeki Ermeni komiteciler ve Kürt aşiret liderleri arasındaki problemler hakkında şöyle konuştu:
“Aralarındaki kronik sorunlar nedeniyle Doğu Anadolu’da etnik çatışmaların yaşanmasına neden olan Ermeni komiteciler ve Kürt aşiret liderleri Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde uzlaşma fikrini gündeme getirdiler. İki grubu ortak bir noktada buluşturmak zor olsa da I. Dünya Savaşı sırasında Rusya, Ermenileri ve Kürtleri aynı zemin etrafında bir araya getirmeye çalıştı. I. Dünya Savaşı’nın ardından Güney Kafkasya, İran, Irak ve Güneydoğu Anadolu’daki işgalleri ile bir Ermeni devleti kurmayı tasarlayan İngilizler de Kürtlerle temaslarını hızlandırdı. İngiliz Hükümeti, Paris’te Boghos Nubar Paşa ile Şerif Paşa’nın temsil ettiği Ermeni ve Kürt gruplar arasındaki müzakereleri yakından izledi ve yönlendirdi. Millî Mücadele, bahsi geçen planın tatbikatına imkân tanımasa da buna benzer projelerle Doğu Anadolu’da kaos ortamı yaratmaya yönelik arayışlar sürdürüldü.”
Müslüman köyleri yakarak insanları katlettiler
Prof. Dr. Ferudun Ata, “3. Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın Divân-ı Harb-i Örfî Mahkemesindeki İfadeleri Çerçevesinde Ermeni Mezalimi” başlıklı konuşmasında şunları aktardı:
“Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’u işgal eden İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’nden savaş yıllarında iktidarda olan İttihat Terakki mensuplarının cezalandırılmaları yönünde baskı yaptı. Bu çerçevede tutuklanıp Bekirağa Bölüğü denilen hapishaneye götürülenlerden birisi de Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katılan ve son olarak 3. Ordu Komutanlığı görevinde bulunan Vehip Paşa’dır. Vehip Paşa tutuklu bulunduğu sırada mahkemeye gönderdiği yazılı savunmasında, Ermenilerin Doğu’da yaptığı katliamlara dikkat çekmiştir. Buna göre; 1915 yılında Rus saldırıları başlayınca Ermeni çetelerinin Ruslara destek verdiğini, bu ani saldırı karşısında Müslümanların kaçacak fırsat bulamadığı için çok ağır zulüm ve katliamlara maruz kaldığını dile getirdi. Pasinler’de 250 kadar köyü tamamen yaktıklarını anlatmıştır. Bütün bu katliamların Rusların gözü önünde cereyan ettiğini ifade eden Vehip Paşa, bahar gelip karlar eriyince elleri urganla bağlanarak boğulmuş, birçok organı kesilmiş, kırlara atılmış ve çukurlara doldurulmuş şekilde Müslümanlara tesadüf edildiğini söyledi. Keza, Vehip Paşa Ermeniler öldürmedikleri Müslümanları sürükleyerek Rusya içlerine götürdüklerini, Pasinler’in genç kadın ve kızlarını Rus askerlerine peşkeş çektiğini anlattı. Vehip Paşa ifadesinde ayrıca; iki millet arasında yaşanan ölümlere daima Ermenilerin komiteye bağlı olanlar tarafından sebebiyet verildiğini, özellikle seferberlik esnasında amaçlarına ulaşmak için ordunun aldığı her türlü emniyet tedbirlerini ihlâl ettiklerini ve İslâm köylerini yakarak insanları katlettiklerine yer verdi.”
Gerçekleri manipüle etmek için kullanılan göç anıları
Prof. Dr. Makbule Sarıkaya’nın başkanlığını yapacağı son oturumda ise Prof. Dr. Birsen Karaca “Ermeni İddialarının Uluslararası Boyutundan Bireysel Göç Öykülerinin İşlevi” başlıklı konu hakkında değerlendirmelerini sundu. Birsen Karaca’nın bireysel göç öykülerinin etkileri hakkında şunları söyledi: “1991 öncesinde Ermenistan olarak adlandırılan bağımsız bir devlet olmadığı için Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden söz etmek mümkün değildi. Bununla birlikte Türkiye’nin bir Ermeni sorunu hep oldu. Üstelik Ermeni iddialarının takipçisi bireylerin Türkiye Cumhuriyeti ile vatandaşlık bağları bulunmamasına rağmen Türkiye’den talepleri vardı. Gelinen noktada sorun öyle karmaşık bir hâl aldı ki yaşanmakta olan sorunun direnç noktalarını tespit etmek hayli zor. Çünkü Ermeni diasporasının Ermeni dünyasında dominant bir role sahip olması, Ermeni sorununun çok farklı coğrafyalardaki kültürlerden beslenerek çetin bir karaktere bürünmesine neden oluyor. Ermeni kültüründeki ilk büyük kırılma, 17. yüzyılın son yıllarında Sivaslı Mhitar’ın (1676-1749) muhalif hareketleriyle başlar. Ermeni kültüründeki ikinci kırılma, 1918 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Demokratik Cumhuriyetinin 1920 yılında Sovyetler’e dâhil olma zaruretinin doğmasıyla yaşanan travmadır. Devamında da terör eylemleri ve farklı ülkelerin parlamento kararları aracılığı ile Türk-Ermeni ilişkilerini zehirleyerek ve Türkiye’nin ikili ilişkilerinde negatif etkiler yaratarak Ermeni iddialarını canlı tutmak çabaları gözlemleniyor.
Bu noktada cevap bekleyen şöyle bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz: Bu süreçlerde 1915 yılında yaşananlar, Ermeni kimliğinin ve Ermeni kültürünün şekillenmesinde nasıl bir rol oynadı? Bu soruya cevabım, “1915 yılında yaşananlar Ermeni iddialarının uluslararası platformlardaki propaganda çalışmalarına bitip tükenmez bir kaynak sunuyor” şeklinde olacaktır. Bu nedenledir ki, bu çalışmanın ana motifi farklı sanat araçlarının anlatım teknikleri kullanılarak anı formatında sunulan 1915 yılına ait yaşanmışlıklar oluyor. Söz konusu yaşanmışlıkların neredeyse tamamı 27 Mayıs 1915 tarihli kanun çerçevesinde yapılan göçleri konu alıyor. Bu anılar öylesine hızlı üretiliyor ki kaç tane olduklarıyla ilgili belirli bir sayısal değer vermek olanaksız. Bu üretim hızı, Ermeni kültüründe anlatılan göç anılarının bireylerin sahip oldukları Ermeni kimliğini belgelemelerinin koşulu haline geldiğinin de göstergesidir.
Bu çalışma için 1915 yılına ait bireysel göç öyküleri birkaç yönüyle ilginç.Birincisi, Ermenilerin maruz kaldığı iddia edilen soykırımı dünya kamuoyunun belleğine kazımak için vitrinde sunulan anılar, neden 24 Nisan 1915 tarihinde tutuklananlardan ziyade 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu çerçevesinde göç edenlere ait? sorusunu gündem konusu yapmaya olanak sunuyor. Ki bu gerekçe, “24 Nisan 1915 tarihinde Ermenilere yönelik olarak gerçekleştirildiği iddia edilen soykırımı belgelemek amacıyla kamuoyuna neden 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu çerçevesinde yapılan göçle ilgili çok sayıda görsel sunuluyor da 24 Nisan 1915 tarihli tutuklamaların görseli paylaşılmıyor?” sorusunu da beraberinde getiriyor. İkinci gerekçe ise, bu öykülerin Ermeni kimliğinin inşası, korunması ve aktarılması süreçlerinin vazgeçilmez pratiklerinden en önemlisi olmasıdır. Bu yaşam pratiği önemli, çünkü kendisini Ermeni olarak tanımlayan her bireyin Ermeni iddialarını benimsemesi, bu iddiaları özümsemesi ve Türkiye’ye karşı üretilen iddiaları destekleyen bir öykü kurgulayarak anı formatında sunması şeklinde uygulanan bir ritüele dönüşmüş durumda.
Genel tabloya baktığımızda önyargı oluşturmak ve gerçekleri manipüle etmek için kullanılan göç anılarının roman, öykü, film, karikatür, çizgi roman, çizgi film derlenen anı kitaplarında tekrar tekrar üretilerek kamuoyuna sunulduğunu görüyoruz. Sonuç olarak, Ermeni göç anıları Ermeni iddialarını çoklu bakış açılarıyla analiz etmenin ve değerlendirmenin gerekliliğini duyumsatacak nicelik ve niteliğe sahiptir ve sağlıklı tespitler ve değerlendirmeler yapmak için bu yaklaşım zaruridir. Ayrıca bu anıların Ermeni iddialarına angaje olmuş propaganda ürünlerine dönüştürülme süreçleri de araştırmacıların ilgi alanına çoktan girmiş olmalıydı.”
Yüzyıllarca yan yana yaşayan milletlerin ilişkilerinde olumsuz rol oynadı
Prof. Dr. Omar Ardashelia “I. Dünya Savaşından Sonra Güney Kafkasya Meselesi ve 1918 Ermenistan- Gürcistan Savaşı” konusu hakkında konuşarak şu sözleri dile getirdi:
“Güney Kafkasya’nın jeopolitik konumu, Doğu ve daha sonra Avrupa devletleri arasında her zaman rekabet alanı olmuştur. Buna göre, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölge üzerinde jeopolitik kontrolün yeniden tesis edilmesi konusu hem Bolşevik Rusya’nın hem de Osmanlı, Alman ve İtilaf devletlerinin gündemindeydi. 26 Mayıs 1918’de, Almanya’nın desteğiyle Gürcistan, 1801-1867’de Rusya tarafından Gürcü krallık ve beyliklerinin kademeli olarak ilhak edilmesi nedeniyle gelişimi durdurulan devlet bağımsızlığını geri kazanmayı başardı. Mayıs 1918’de Osmanlı Devleti’nin ve İngiltere’nin desteğiyle Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bölgede oluşan yeni jeopolitik durumun arka planına karşı, küçük ülkelerin güvenliği adına, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, Güney Kafkasya’da yeni bir güvenlik modeli oluşturmaya başladı. Bunun bir örneği olarak, Gürcistan ile Azerbaycan arasında imzalanan anlaşmalar ve askeri savunma konularında işbirliği, Azerbaycan’a Gürcü askeri eğitmenlerin gönderilmesi vb. sayılabilir. Dönemin, Ermeni hükümetinin aşırı milliyetçi politikası ve toprak iddiaları nedeniyle, Gürcistan hükümetinin çabalarına rağmen Ermenistan ile benzer ilişkiler kurulamadı.
Güney Kafkasya’nın küçük devletlerinin birbirlerinin egemenliğini desteklemesi, tarihsel gerçeklere saygı duyması, uluslararası zorluklarla ve özellikle yeni kurulan Rus Sovyet İmparatorluğu’ndan gelen tehditlerle birlikte mücadele etmesi yerine Ermenistan, Aralık 1918’de Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ihlal edip kendi topraklarını genişletmeye başladı. Ermeni-Gürcü savaşı, Gürcü tarafının zaferine rağmen yüzyıllarca yan yana yaşayan milletlerin ilişkilerinde olumsuz rol oynamıştır. Mevcut durumda, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, Güney Kafkasya için sağlam güvenlik garantileri oluşturamadı ve bu üç devletin de Bolşevik Rusya tarafından ilhak edilmesiyle sonuçlandı. Bu tarih dersinin, Güney Kafkasya’nın küçük ülkelerinin modern güvenlik politikalarına iyi bir örnek olması gerektiğini düşünüyoruz. Üç ülkenin de 30 yıllık devlet bağımsızlığına rağmen, hala birleşik bir bölgesel güvenlik konsepti yoktur.”
Bugünkü Ermenistan’da tek bir Azerbaycan Türkü bile kalmadı
Doç. Dr. İrade Memmedova “Arşiv Belgelerine Göre Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da Ermenilerin Türk ve Müslüman Ahaliye Yaptıkları Soykırımlar ve Demografik Duruma Etkisi” başlıklı konuyu masaya yatırdı. Memmedova konu hakkında şu bilgileri verdi: “Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da (Kuzey ve Güney) Ermenilerin Türk ve Müslüman ahaliye karşı yaptıkları soykırımlara hazırlık halen XIX. Yüzyılın sonlarında Taşnak partisinin ortaya çıkışı ile başlanmıştı ve bu partinin esas amacı ne yolla olursa olsun vatanı olmayan Ermenilere devlet kurmak ve ‘Büyük Ermenistan’ düşünü gerçekleştirmekti. Bu yönde faaliyete başlayan Ermenilerin esas hedefinde Osmanlı Devleti ve Güney Kafkasya topraklarıydı. Rusya Devlet Askeri Tarih Arşivi’nin belgelerine göre, artık XX. Yüzyılın başlarında Taşnaksütun partisi tarafından Osmanlı devletinin topraklarında yaşayan Ermeni nüfusun silahlandırılmasına başlanmıştı. Sonradan bu silahlandırılmış Ermeniler sivil Türk ve Müslüman ahaliyi vahşice katletmişlerdi. Ermeniler Türk ve Müslüman nüfusu kurşun, kama, balta, topa tutmak, büyük kısmını yarmak, yakmak, derisini üzmek ve diğer acımasız yöntemler suretiyle katletmişlerdir. Ermenileri Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da gerçekleştirdiği soykırımlar ve ahaliyi göçe zorlamaları, bu bölgelerin demografik durumunu da etkilemiştir. Mesela, 1905 yılında Şeki Kazası’nın ahalisi 158.781 kişi iken, Ermeni mezalimleri sonucu 1917’de kaza nüfusu azalarak 106.364 kişi olmuştur. ATASE arşivinin belgelerinde Ermeni eşkıyası Antranik’in Karabağ, İrevan, Nahçıvan mıntıkasında ve Iğdır bölgesindeki Türk ve İslam köylerine saldırarak halkı göç etmeye zorladığı, BOA’daki belgelerde ise Ermenilerin farklı yalanlarla kandırarak Kars’tan göç ettirdikleri 35 bin kişiden sadece 10 bininin Nahçıvan havalisine ulaştığı, 25 bininin ise Ermeniler tarafından yollarda katledildiği ortadadır. 30 Ekim 1918’de, Mondros Ateşkesi imzalanınca, Osmanlı Ordusunun geri çekilmesiyle başlanan Ermenilerin Türk ve Müslüman ahaliye karşı soykırımı Ekim 1920’de, Kars Antlaşması’nın imzalanmasına kadar sürdü. Adana’dan Kars’a, Erzurum-Erzincan’dan Çankırı-Sivas’a, Van’dan Muş’a kadar uzanan bölgelerde yüzlerce toplu mezarların yaranmasına neden olmuştur. Azerbaycan’da Quba ve diğer bölgelerde bulunan toplu mezarlar, Ermenilerin Türk ve Müslüman nüfusa karşı yaptıkları soykırım sonucu ortaya çıkmıştır. Ermenilerin Türk ve Müslüman ahaliye karşı yürüttükleri soykırımı ve etnik arınma politikası sonucunda eski İrevan Hanlığı toprakları üzerinde kurulan bugünkü Ermenistan’da tek bir Azerbaycan Türkü bile kalmamıştır.”