HİLAL ACAR / ANKARA-BHA
Karadeniz müziğinin tanınmış ismi Selçuk Balcı, Birlik Haber Ajansı’na verdiği röportajda müzik kariyeri ve kemençe tutkusuyla ilgili içten düşüncelerini paylaştı.
Öncelikle, Selçuk Balcı kimdir? Kendinizi ve kariyer yolculuğunuzu nasıl anlatırsınız?
1988 yılının 4 Temmuz’unda, Rize’nin Çayeli ilçesinde dünyaya geldim. Babam ilkokul öğretmeniydi ve türkülere büyük bir sevgisi vardı. Evimizde türkü kasetleri hep başköşedeydi ve bu benim müzikle tanışıklığımın ilk adımı oldu. Babamın türkü sevgisi beni de etkiledi ve dokuz yaşında bağlama çalmaya merak sardım. Dayım biraz bağlama çalmayı biliyordu, o da bana birkaç türkü çalmayı öğretti. Böylece müzik yolculuğum başlamış oldu. Babamın vefatından sonra Ankara’ya taşındık ve çocukluğumun önemli bir kısmı burada geçti. Müzikle ilerlemek istiyordum, bu yüzden bağlamadan sonra kemençeye yöneldim ve zamanla Karadeniz müziği benim mesleğim haline geldi.
Neden Ankara? İstanbul yerine burada yaşamayı seçmenizin sebebi nedir?
Babamın vefatından sonra Ankara’ya taşınmak zorunda kaldık; burada akrabalarımız vardı ve onların yanında yeni bir hayat kurduk. Ankara’nın sakinliği, huzuru bana iyi geldi ve zamanla bu şehri benimsedim. Havasının kuru olmasını bile seviyorum. Çoğu insan, “Deniz yok burada, nasıl yaşıyorsun?” diye soruyor. Ben de onlara, denizi özlemeyi sevdiğimi söylüyorum. Çünkü bir manzaraya sürekli bakarsanız, o manzara size sıradan gelmeye başlar.
İstanbul’a gittiğimde hâlâ vapurdan martılara simit atarım, İstanbul’da yaşayanlar bana güler. Onlar için bu, sıradan bir şey ama benim için hâlâ çok özel. Çünkü ben Karadeniz’i ve denizi özlüyorum ve özlediğim şeyin müziğini yapıyorum.
Karadeniz müziğinin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl bir yol kat etti?
Karadeniz müziği günümüzde çok daha geniş bir kitle tarafından kabul görüyor. Eskiden Karadeniz denince akla sadece horon gelirdi, ama artık ağıtları ve hüzünlü türküleriyle de tanınan bir bölge haline geldi. Bunu büyük ölçüde televizyon dizilerine bağlıyorum; diziler sayesinde insanlar Karadeniz’in daha dertli, melankolik yönüyle de tanıştı. Karadeniz ağzı hem eğlenceli hem de hüzünlü müziğe çok uygun bir tarzdır. Biz konserlerimizde bu zenginliği gösteriyoruz; bir yandan hüzünlü şarkılar çalarken bir yandan horon da teptiriyoruz. Müziğimizde hem coşkuyu hem de hüznü bir arada yaşatabiliyoruz.
Karadeniz müziğini daha geniş kitlelere ulaştırmak ve sevdirmek için neler yapılabilir?
Yöresel enstrümanlar başka orkestralarda da kullanılabilir ve böylece daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşabiliriz. Kendi müziğimde kemençeyi kullanıyorum ama aynı zamanda bas gitar, elektronik gitar gibi Batı enstrümanları da eşlik ediyor. Bu tür modern düzenlemelerle Karadeniz müziği daha evrensel hale gelebilir ve daha fazla insanın ilgisini çekebilir. Yeniliklere açık olmak önemli; klasik kalmak için bile bazen yeniliklerden faydalanmak gerekiyor.
“Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinde eserinizin çalınması sizin için ne ifade ediyor? Bu tür projelerde yer almak müziğinize nasıl katkı sağlıyor?
“Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” gibi geniş bir izleyici kitlesine sahip bir dizide eserimin çalınması, müziğimin daha fazla insana ulaşması açısından önemliydi. Böyle projeler, Karadeniz müziğinin farklı yönlerini tanıtma fırsatı sunuyor. Diziler, müziğimize kısa vadede popülerlik kazandırabiliyor, ancak kalıcılığı sağlamak yine sanatçının elinde. Benim için önemli olan, müziğimin dizide duyulmasının ötesinde, insanların o eseri kalplerinde yaşatmaları.
Nitekim “Deniz Üstünde Fener” gibi eserlerim hiçbir dizide çalınmamasına rağmen, Karadeniz müziğinin klasiklerinden biri haline geldi. Müzik, geçici popülaritenin ötesine geçebildiğinde gerçek anlamda değer kazanıyor.
Neden kemençe? Başka enstrümanlar yerine neden bu tercihi yaptınız?
Kemençeye olan ilgim, onunla sadece Karadeniz müziği mi yapılabilir yoksa başka tarzlara da uyum sağlayabilir mi merakıyla başladı. Bizim yörede genellikle tulum çalınır ama tulum çalarken hem nefes kontrolü hem de şarkı söylemek oldukça zor. Kemençenin kemana benzer bir yapısı var ve bu da beni etkiledi. Sesinin derinliği ve duygusallığı, enstrümanı daha da çekici hale getiriyor. Ben her zaman derim, çaldığınız enstrümanın hangi yöreye ait olduğundan ziyade, hangi yüreklere hitap ettiği önemlidir.
Beste yaparken nasıl bir süreç izliyorsunuz? İlhamınızı nereden alıyorsunuz?
Beste yaparken genelde planlı olmuyorum. İlham, çoğu zaman beklenmedik anlarda gelir. Yağmurlu bir hava, etrafta kimsenin olmadığı bir ortam, sadece yağmurun sesi… Bu tür anlar beni derinden etkiler. Hatta “Yağmurun Kaydesi” isimli bir beste yapmıştım, yağmurun sesi bana ilham verdi. Eskişehir’de bir konserde, ip gibi yağmur yağıyordu; tüm ekip sahneyi terk etti ama ben yağmurun altında tek başıma söylemeye devam ettim. O anın verdiği duygu, unutulmazdı.