NAZLI ÖNGÖREN / ANKARA - BHA

TMOK Anma ve Onurlandırma Komisyonu Üyesi, spor yazarı Ömer Gürsoy, "Berlin’den Bodrum’a: Padel, Tenis ve Henüz Yazılmamış Bir Model" başlıklı yazısında şu ifadelere yer verdi:

"Geçtiğimiz hafta Berlin’deydim. Oğlumun yanına gitmek için…

Milli tenisçi ve aynı zamanda milli padel sporcusu olan oğlumun Berlin’de aldığı müzik eğitimi, korttaki disiplinini ve sporun bir sistem içinde nasıl ele alındığını bir kez daha yerinde görmek için.

Aslında bu seyahat, uzun zamandır içimde biriken bir yazının da zamanının geldiğini hissettirdi.
Padel yazısının…

Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya ve Tenis Federasyonu Başkanı Şafak Müderrisgil’in sporcu odaklı yaklaşımları, bürokrasinin yıllardır paslanmış menteşelerine adeta yağ sürdü.

Sonuçta; bu yılın Şubat ayında padelin Tenis Federasyonu’na bağlanmasının ardından;
Tenis Federasyonu’na bağlı branş olarak Padel Milli Takımımız ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katıldı.

Bundan kısa bir süre önce de Meksika’da düzenlenen FIP Dünya Kongresi’nde ise padelin ülkemizde uluslararası alanda resmen Tenis Federasyonu tarafından akredite edilmesi işbirliği içinde sağlandı.

Tüm bu resmi süreçler devam ederken, özel sektör de hızla vitesi arttırdı..
Türkiye’nin dört bir yanında padel tesisleri açılmaya başladı.

Üstelik bu yatırımların önemli bir kısmı, tenisin içinden gelen müteşebbisler tarafından yapılıyor.

İşte tam da bu noktada içimde bir tedirginlik başlıyor.

Çünkü padel, yeni bir yaklaşım ve yeni bir kültür vaadiyle 2022’de Türkiye’de önemli ve kaliteli FIP turnuvaları ve üst düzey antrenör eğitimleri ile doğmuştu.

Henüz yolun başında yüzlerce padel kortu açılırken, tenisin gelişim sürecinde yıllarca yaşadığımız ve benim yıllardır birbirini yiyen “tenis virüsü” dediğim yapısal sorunların padel sporuna da sirayet etme ihtimali beni endişelendiriyor.

Ve kendime şu soruyu soruyorum:
Sürdürülebilir bir padel kültürü yaratabilecek miyiz?

“Eyvah, Oğlum Tenisçi Olacak!”

Yıllar önce bir köşe yazısı yazmıştım.
Başlığı hâlâ aklımda:

“Eyvah, oğlum tenisçi olacak!”

Bu bir espri değildi.
Türkiye’de tenisçi yetiştirmenin ne kadar zorlu, ne kadar yalnız ve ne kadar maliyetli bir yolculuk olduğunun bir veliden açık itirafıydı.

Aradan yıllar geçti.
Mücadele değişmedi.
Sadece isimler, şehirler ve spor dalları çoğaldı.

Bugün dönüp baktığımda şunu çok net söyleyebiliyorum:
Türk tenisinin gelişim sancıları hâlâ bitmiş değil.

Ve şimdi padel bu ülkenin gündemine hızlı bir giriş yapmışken; teniste yaptığımız hataları burada tekrar edip etmeyeceğimiz tam da bu dönemde belli olacak.

Avrupa’da Sistem Var, Türkiye’de Mücadele

Berlin’de tenis ve padel bir “kişisel fedakârlık hikâyesi” değil.
Orada spor; kulüplerin, federasyonların ve yerel yönetimlerin birlikte planladığı bir spor ekosistemi.

Avrupa’da genç sporcu:
• Kaç yaşta hangi fiziksel ve teknik yüklemeyi alacağını bilir,
• Okul–antrenman dengesini sistem içinde kurar,
• Yarışma takvimine plansızca değil, bilinçli şekilde girer,
• Ve en önemlisi, veli bireysel bir kahraman olmak zorunda kalmaz.

Türkiye’de ise tablo hâlâ çok farklı.

Teniste yıllarca yaşadığımız sorunları bugün padelde görmezden gelirsek, aynı hataları yeniden üretiriz.
Çünkü bizde genç sporcu yetiştirme süreci hâlâ:
• Kişisel çabalarla,
• Veli fedakârlıklarıyla,
• Doğru antrenörü bulma mücadelesiyle,
• Ve çoğu zaman plansız ilerliyor.

Ben bunu uzaktan bakan biri olarak değil; tenisle büyümüş, bugün hem tenis hem padel milli sporcusu olan bir çocuğun velisi olarak söylüyorum.

Berlin’den Sonra Bodrum

Berlin’den sonra yolum Bodrum’a düştü.
Toprak kortlu tenis, padel ve pickleball sahalarının açılışı için.

Bodrum’da çok uzun değil, sadece iki gün kaldım..
Spor gözüyle bakıldığında iki gün bile çok şey anlatıyor.

Berlin’in sistemli yeşilinden sonra Bodrum’un güneşle yoğrulmuş toprağı, bambaşka bir enerji taşıyor.
Kaldığımız Ali’s Hotel’den birkaç adımda denize ulaşmak, bu coğrafyanın spora sunduğu doğal ayrıcalığı hissettiriyordu

Ve Bodrum’da, adeta bir “şehir kulübü” konseptiyle inşa edilmiş bir tesisle karşılaştım.
Yeşilin içinde fitness alanları, kondisyon odaları, üç toprak kort, üç pickleball kortu…

Ama tesisin açık ara kalbi padel kortlarıydı.

Bu da aslında dünyadaki dönüşümün Türkiye’deki çok net bir yansıması.
Bir tanesi ana kort olmak üzere toplam beş padel kortu, tesisin merkezinde konumlanmış durumda.

Kortlar; kaliteyi, dayanıklılığı ve estetiği bir araya getiren, yalnızca bir spor alanı değil aynı zamanda prestijli bir yaşam alanı sunan ( 3 harfli, 3 ortaklı ama 5 yıldızlı üretim yapan) SRV imzasını taşıyor. Türkiye’nin birçok noktasına ve yurt dışına üst seviye padel kortları üreten bu yaklaşımı burada bir kez daha görmek mümkün.

Bu kortlarda;
çalışkanlığı ve disipliniyle her zaman takdir ettiğim Muğla İl Müdürümüz Musa Kazım Şahin,
Ankara bürokrasisinden Bodrum’a transfer olan İlçe Müdürü Oktay Dumruk,
ve yıllardır sessiz sedasız — oğlum dâhil — birçok tenisçiye, bugün de padel sporcularına sponsor olan; aynı zamanda ülkemizin ilk padel mağazasını açarak bu spora somut katkı sunan Hakan Turnaoğlu ile keyifli bir gösteri maçı yaptık.

Gösteri maçının estetiğine ve değerine katkı sunan; bileğini hâlâ hepimizden iyi kullanan, eski tenisçi, milli takımlara sayısız sporcu kazandırmış deneyimli antrenör ve Power Tenis Akademisi’nin sahibi Metin Demir de bizimleydi.

Ortaya çıkan tablo çok netti:
Bence burası, bugün Türkiye’de raket sporları adına inşa edilmiş en iddialı komplekslerden biri.

Bu vizyonun arkasındaki isim, Modern Bodrum Kulübü’nün sahibi Emre Uzer..
Geçmişte kendisinin, eşinin ve kayınvalidesinin birlikte tenis oynadığı eski Ankara Tenis Kulübü’nün ruhunu yaşatma arzusunu bu tesiste görmek mümkün. Bu nedenle sadece Emre Uzer’i değil tüm aileyi kutluyorum.

Bodrum basketbolunun kalbi sayılabilecek Dağlarca Çağlar ile geçmişten bugüne kısa ama dopdolu bir basketbol yolculuğu yapmak da benim için ayrıca çok değerliydi.

Bodrum Bir Fırsat mı, Yoksa Eski Bir Tekrar mı?

Padel için Bodrum’da her şey var:
İklim var.
Sosyallik var.
Hız var.
İlgi var.

Ama asıl soru şu:
Bu ilgi, bir sporcu yetiştirme modeline dönüşecek mi?

Bugün itibarıyla şunu çok net söyleyebilirim:
Türkiye’de padelde genç sporcu yetiştirme modeli henüz yazılmış değil.

Bunu teorik bir tespit olarak değil; ülkemizin milli olan en genç padel oyuncusunun velisi olarak söylüyorum.

Padelde Genç Sporcu Yetiştirme Modeli Nasıl Olmalı?

Beşiktaş, Kadıköy’de 90+1’de güldü! Derbide son sözü Cerny söyledi
Beşiktaş, Kadıköy’de 90+1’de güldü! Derbide son sözü Cerny söyledi
İçeriği Görüntüle

Büyüme ile gelişimi birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Kort sayısının artması, sporcu yetiştiği anlamına gelmiyor.

Padel için olmazsa olmazlar çok net:
• Yaş gruplarına göre teknik ve fiziksel gelişim basamakları,
• Yarışmanın erken yaşta amaç değil, araç olarak konumlandırılması,
• Tenis kökenli ve padel uzmanı antrenörlerin birlikte çalıştığı hibrit yapı,
• Okul–spor–yarışma dengesinin planlanması,
• Federasyon–kulüp–okul üçgeninde koordinasyon.

Padel kolay oynanan bir oyun olabilir. Ama iyi padel oyuncusu yetiştirmek, ciddi bir uzmanlık ister.

Velinin Kahraman Olmak Zorunda Kalmadığı Bir Sistem Mümkün mü?

Türkiye’de yıllardır tablo aynı: Sistemin boşluklarını veliler kapatıyor.

Antrenör bulan, turnuva kovalayan, program yapan, finansmanı omuzlayan veli…

Berlin’de gördüğüm en büyük fark şuydu: Orada veli destekçidir, sistem kurucu değil.

Padelde henüz yolun başındayken bu farkı kapatma şansımız var. Çünkü veli kahraman olmak zorunda kalıyorsa, orada bir sistem eksikliği vardır.

Tenisten Padel’e: Aynı Hatalar, Yeni Bir Şans

Teniste yıllarca yaşadıklarımız ortada: Plansız altyapılar, kişilere bağlı sistemler, kısa vadeli başarı arayışları…

Padel bugün önümüzde duruyor. Genç, temiz ve şekillenebilir.

Bu bir risk. Ama aynı zamanda çok büyük bir şans. Eğer padeli sadece sosyal bir trend olarak görürsek; birkaç yıl sonra elimizde çok sayıda kort ama az sayıda sporcu kalır.

Ama bugün doğru modeli konuşur, tartışır ve inşa edersek; padel, Türkiye’nin spor kültüründe yeni ve sağlam bir sayfa açabilir. Ve işte tam da bu noktada, önümüzde bir yeni şans daha var.

2023 yılında, benim de Krakow’da bulunduğum dönemde, Avrupa Oyunları’nda padel gösteri sporu olarak yer aldı. Bu, padelin uluslararası spor sahnesinde nasıl konumlandığının açık bir göstergesiydi. Şimdi gözümüzü 2027’ye çevirmeliyiz. Avrupa Oyunları İstanbul’da yapılacak.

Bu büyük organizasyonun yükünü, çok değerli dostum, Spor Hizmetleri Genel Müdürü Veli Ozan Çakır üstlenecek. Ve padel, Gençlik ve Spor Bakanlığı, TMOK , Tenis Federasyonu ve FIP ( Uluslarası Padel Federasyonu) işbirliği ile bu organizasyonda mutlaka gösteri sporu olarak yer almalı.

Bu adım, yalnızca padelin ülkemizde gelişmesi için değil; aynı zamanda olimpik bir branş olarak kabul edilme yolunda da çok önemli bir eşik olacaktır.

Artık şunu net söylemeliyiz:
Sadece kort yaparak bir branş büyümez. Branş; vizyonla, modelle ve doğru zamanda yapılan lobi çalışmalarıyla büyür. Bu nedenle; kulüpleri, antrenörleri, yöneticileri, yatırımcıları ve spor insanlarını, padelin sporcu yönüyle gelişmesi adına bu sürecin bir parçası olmaya davet ediyorum.
Tabii sahneyi hazırlamak görevi ve sorumluğa Tenis

Son Söz

Yıllar önce “Eyvah, oğlum tenisçi olacak!” diye başlayan yolculuk bana şunu öğretti: Spor sadece kortta değil, sistemde kazanılıyor. Berlin bana sistemin ne olduğunu hatırlattı. Bodrum bana potansiyelin ne kadar yüksek olduğunu gösterdi. Türkiye ise bana hâlâ aynı soruyu sorduruyor:

Bu potansiyeli doğru bir modele dönüştürebilecek miyiz?

Ben umutluyum. Ama umut, plansızlığa bırakılmamalı. Padel hızlı yayılıyor. Bu kez hızlı tüketmeyelim."