ANKARA-BHA
Ankara’da vergi ile ilgili bir sohbet yapılsa akla önce ‘Kızıl Bey’ gelir… Kızılbey Vergi Dairesi, Başkent’in en yoğun işlem gören kurumlarından biri.
Araştırmacı-yazar ve İLKSAN Genel Müdürü Mintez Şimşek de www.alomaliye.com internet sitesinde ‘Kızıl Bey’ ile ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yazısı yayımladı.
Şimşek’in Kızıl Bey’e dair kapsamlı yazısı şu şekilde:
Ankara Şehrinin Kadim Banilerinden Kızıl Bey ve Kızıl Bey Vakfı
Milletlerin geçmişini tarih bilinci, geleceğini ise milli kültür hassasiyeti yaşatır. Bu nedenledir ki tarih bilinci olmayan milletler tarih sahnesine erken veda etmiş, kültür hassasiyeti olmayan milletler ise diğer milletlerin baskın kültürüne mağlup olarak asli benliklerini yitirmişlerdir. Yerleşik hayat kültürü 10 bin yıldan fazla bir zamana, şehir kültürü ise milattan öncesine kadar uzanan ender Anadolu şehirlerinden birisi olan Ankara, 1073 yılından itibaren de Türk-İslam kültürünün de kadim yerleşim yerlerinden birisi sayılmaktadır.
Şehirler imar edildikçe yaşar, mamur oldukça da medeniyet üretirler. Bu yazımızda mevzuat bilgilerine biraz ara verip, Ankara’yı imar eden ve bu itibarla da bu kadim şehri Türk-İslam medeniyeti ile kaynaştıran önemli bir şahsiyeti ve bu şahsın kurmuş olduğu vakıf ile vakfın hizmetlerini anlatmaya çalışacağım.
Ankara’da bir vergi dairesinin ismini taşıması itibariyle, meslek mensuplarımızın ismine ziyadesiyle aşina olduğu bu tarihi şahsiyet, KIZIL BEY’dir. Vefatından bu yana 7 asrı aşkın bir zaman geçmesine rağmen bu kişinin isminin, hafızalarda halen daha canlı olmasının asli nedeni ise Ankara’da kurmuş olduğu vakfı aracılığı ile yürütülen hizmetlerdir.
Konuya öncelikle Kızıl Bey’in şahsiyetinden bahsederek başlamamızın daha uygun olacağını düşünerek, öncelikle Kızıl Bey’in hayatı hakkında, akabinde ise Kızıl Bey Vakfı hakkında izahatlar vereceğim.
1- Ankaralı Kızıl Bey Kimdir?
Melik-Ül Ümera Seyfeddin Kızıl, nam-ı diğer Kızıl Bey, Anadolu Selçuklu Sultanları I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) ve I. Alâeddin Keykubad (1220-1237) dönemlerinde Orta Anadolu’da Ankara merkezli uç beyliği vazifesini yürütmüştür.
Kızıl Bey hakkında en temel bilgiler, İbn Bibi’nin “El- Evâmirü’l-Ala’iye fi’l-Umûri’l-Ala’iye (Selçuknâme)” adlı eserinde bulunmaktadır.
İbn Bibi’nin bu eserinde ki beyanlarına göre Kızıl Bey; seçkin, şöhret sahibi, cömert, eli açık, yardımsever, ahlaklı, cengâver, yiğit, gazi, âlimlerin yanında olan ve onları koruyan, zulme uğrayanları zalimlere karşı muhafaza eden, fakirlere sahip çıkan ve onları gözeten bir kişiliğe ve karaktere sahiptir. (1)
Ankara Şer’iyye sicillerinde bulunan bazı kayıtlarda, Kızıl Bey’in isminin Kızıl Ali Bey olarak geçtiği de görülmekte olup 15 Şaban 1156/4 Ekim 1743 tarihli hüccette, Kızıl Bey’in kurduğu vakıf; “Medîne-i Ankara’da vâki ‘Kızıl Ali Bey Câmii ve Medresesi Evkâfı” şeklinde geçerken, 4 Zilkade 1178/25 Nisan 1765 tarihli kayıtta ise “Medîne-i Ankara’da vâki‘ ashâb-ı hayrâtdan merhûm ve mağfûru’n-leh Kızıl Ali Bey Vakfı” olarak geçmektedir. Bu bakımdan Kızıl Bey’in Ali ismini de kullandığı söylenebilir. (2)
Kızıl Bey’in Türk-İslam tarihine yaptığı en büyük katkı, Anadolu Selçuklu Devletinin 13. yüzyılın hemen başlarında yaşadığı taht kavgası esnasında, kardeşler arasında barışın tesis edilmesi amacıyla sarf ettiği gayretler neticesinde, Selçuklu tahtının veliahdı iki kardeş arasında barış yapılmasını sağlamasıdır.
III. Kılıç Arslan oğlu I. Gıyâseddin Keyhüsrev’ in 1211 yılında Rumlarla yapılan Alaşehir Savaşında şehit edilmesi sonrasında, oğulları I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad arasında taht kavgaları başlamış, Ankara şehrine sığınan I. Alâeddin Keykubad’ın ele geçirilmesi maksadı ile 1212 yılı ilkbahar aylarında I. İzzeddin Keykâvus tarafından Ankara şehri kuşatılmış, 1213 yılının ilkbaharına kadar devam eden kuşatma, Kızıl Beyin, barış yapılması maksadı ile yürüttüğü yoğun temasları sonucunda barışla sonuçlandırılmış ve kuşatma kaldırılarak, I. Alâeddin Keykubad gözetimli olarak Malatya’ya sürülmüştür.
Şayet Anadolu Selçuklu devleti kendi içerisinde bu şekilde bir barışı tesis etmeyip, kardeş kavgaları ile parçalansaydı, batıda haçlı seferleri, doğuda ise Moğol tehdidi altında inleyen Anadolu coğrafyasında, bu olaylardan yaklaşık 80 yıl sonra yeni bir cihan imparatorluğunun tohumları atılamayacak, Anadolu Türk-İslam varlığı yok olmaya mahkûm kalacaktı.
Diğer taraftan, güçlü kuvvetlerle kuşatmayı sürdüren I. Gıyâseddin Keyhüsrev ordusunun nihai saldırısında, son derece iyi tahkim ve mamur edilmiş Ankara şehri tarumar edilecek, kale içinde ki önemli bir Müslüman-Türk nüfusu da I. Alâeddin Keykubad yanlısı görülerek katledilecekti.
Kızıl Bey, Sultan I. İzzeddin Keykâvus’un Ankara Kuşatması esnasında, “Beylerbeyi” unvanı ile kuşatmaya olarak katılmasına rağmen, I. Alâeddin Keykubad’ın sultan olmasından sonra da Ankara Beylerbeyliği görevine devam etmiş, Sultan I. Alâeddin, büyük bir ihtimalle, Kızıl Bey’in Ankara kuşatmasının barış ile sonuçlandırılması için sarf ettiği emekleri göz önünde bulundurarak kendisinin Ankara merkezinde ki melik-ül ümera(beylerbeyliği) görevinin devamını uygun görmüştür.
Kızıl Bey’in, 1073’den sonra Ankara’yı yurt tutan oğuz boylarından hangisine mensup olduğu konusunda çeşitli kaynaklarda değişik görüşler ileri sürülmüş olup bazı kaynaklarda “Peçenek”, bazı kaynaklarda, “Bayındır”, bazı kaynaklarda ise “Çavuldur” boyundan geldiğine ilişkin kayıtlar mevcut ise de Kızıl Bey’in hangi boya mensup olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte kaynakların çoğunluğunda, “Bayındır” boyuna mensubiyeti rivayeti ağır basmaktadır.
Yaşadığı dönemden günümüze 800 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen Kızıl Bey’in adının halen hafızalarda yaşamasının en önemli nedenlerinden birisi de şüphesiz “Kızıl Bey Vakfı” olup, Vakıf hakkında da ki detaylı bilgiler aşağıda sunulmuştur.
2- Kızıl Bey Vakfı ve Hizmetleri?
Kızıl Bey tarafından Ankara’da kurulan ve Ankara halkına yaklaşık 7 asırlık bir zaman karşılıksız hizmet sunmuş olan “Kızıl Bey Vakfı” kuvvetle muhtemel 1220 senesinde kurulmuş olup bazı dönemlerde Kızıl Bey’in soyundan gelen öz evlatları, bazı dönemlerde ise aile ile kan bağı bulunan kişilerce vakfın senedine uygun bir şekilde yüzyıllarca idare edilmiş, Vakfın hizmetleri, Anadolu Selçuklularının ikinci yüzyılından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemine kadar aralıksız devam etmiş ve nihayet Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimine alınmıştır.
Resmin sağ köşesinde bulunan kubbeli yapı ve yanında ki caminin bulunduğu alan, Kızıl Bey vakfının merkezi olan külliyenin 20. Yüzyılın hemen başlarında ki durumunu yansıtmaktadır. Çeşitli sosyal yardımlar ve hayır hizmetleri yürüten vakfın ana faaliyetleri; Kızıl Bey Camii ve Medresesi ile Kızıl Bey Türbesi ve İmarethanesinden müteşekkil bir külliyede yürütülmüş olup vakfın sarf kayıtlarından anlaşıldığı kadarı ile Vakfın gelirlerinin önemli bir kısmı, bu müesseselerin bakım ve onarım giderleri ile müderris maaşları için sarf olunmuştur.
Vakfın külliyesinin bulunduğu yer, o zamanki adı Kızıl Bey Mahallesi olan ve bugün Ulus bölgesi olarak bilinen Hacı Bayram (eski Anafartalar mh.) Mahallesinde ki Ziraat Bankası ve Merkez Bankası Genel müdürlükleri binalarının bulunduğu alandaydı.
Ankara şehrinin 7 asırlık bir zamanına, medresesi, imareti, köprüleri ve çeşmeleri ile hayat veren Kızıl Bey Vakfı, Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde mali sıkıntılara düşmüş, günün sosyo-ekonomik koşulları nedeniyle vakfın akarlarından elde edilen birçok gelir kesilmiş, hatta çeşitli nedenlere harap olan camii binasının 1902 yılında yapılması düşünülen tadilatı için gereken 110.000-Kuruş bulunamadığından caminin tamiratı yapılamamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde kamusal gelirlerin hızla azalması nedeniyle kamusal hizmetlerde de yer yer aksaklıklar yaşanmış, yerel yönetimler ve vakıfların gelir kaynaklarının azalması ve hatta yok olması nedeni ile bu kurumlar, kendilerinden beklenen hizmetleri ifa edemez duruma düşmüş ve bunun neticesinde vakıflara ait bazı araziler satılığa çıkarılmıştır.
Bu süreçte; Ankara şehir merkezinde ilk gayrimenkul satışlarına, Kızıl Bey Vakfı arazilerinden başlanılmış ve Vakıf külliyesinin kuzeydoğu istikametinde bulunan arazisinin önemli bir kısmı, Avrupalı devletlerin Osmanlı Devletinden olan alacaklarını garantiye almak maksadı ile devletin, tütün, alkollü içecekler ve tuz gibi tekel sektörlerden elde ettiği vergi gelirlerine el konularak bu vergilerin kendileri tarafından toplanması ve kontrol edilmesi amacı ile kurulan Borçlar İdaresi (Duyun-u Umumiye) Ankara şubesine satılmıştır.
Resimde, ön cephede görülen Duyun-ı Umumiye binasının hemen arkasında ki geniş çatılı yapı, Kızıl Bey Camii, kubbeli yapı ise Kızıl Bey’in türbesidir.
“19 Receb 1307/11 Mart 1890 tarihi itibariyle cami civarında bulunan 28.200 zira arazinin satılması için müzayede işlemlerine başlanmıştır. Cami civarında boş olan arsanın satılmasından elde edilen gelirin Defter-i Hakani Nezareti’ne gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Kızıl Bey Vakfı’ndan olup Ankara belediye idaresine ait bir miktar arazi Duyun-ı Umumiye Nezareti’ne satılmış ve geliri Ankara belediye sandığına teslim edilmiştir.”(3)
Kızıl Bey Vakfı mülkünden satılıp, geliri Ankara Belediye Sandığına aktarılan arazi üzerinde ki bina, Cumhuriyetin ilk yıllarında Dışişleri Bakanlığı olarak kullanılmış, 1931 yılında bina yıkılarak yerine Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Genel Müdürlük binası (1931-1933) yapılmıştır. Bina halen TCMB Ankara Şubesi ve TCMB İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.
Evkaf Vekaletince (Osmanlı Döneminde Vakıfların idaresi ile görevli bakanlık olup sonradan Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak teşkil edildi.) Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayan Kızıl Bey Vakfı külliyesinin etrafında ki arazilerin satışı uygulaması, Cumhuriyetin ilk yıllarında da devam etmiş ve külliyenin konuşlandığı asıl alan, 1924 yılında Ziraat Bankasına satılmış, bilahare cami ve türbenin bulunduğu külliye bölgesi yıkılarak, 1925-1929 yılları arasında Ziraat Bankası Genel Müdürlük binası yapılmıştır.
Kızıl Bey külliyesinin yıkılması ile elde edilen arsa üzerinde Ziraat Bankasının temelleri yükseliyor. Sağ üst kısımda görülen bina, Dışişleri Bakanlığı (eski Duyun-u Umumiye Binası)
Kızıl Bey Vakfına ait gayrimenkullerinin satışı ile birlikte, vakfın arazisi üzerinde yeni ve modern Ankara’nın ilk inşa faaliyetleri başlamış, Ziraat Bankasından sonra Etibank ve Osmanlı Bankasının binaları da aynı bölgede inşa edilince, bugün ki heykel mevkiinden Opera binasına doğru giden ve şimdiki Atatürk Bulvarının başlangıcı sayılan yol “Bankalar Caddesi” olarak adlandırılmıştır.
İlerleyen yıllarda; resmin sağında ki Ziraat Bankası Genel Müdürlük binasının Güneybatı yönünde(Tren garı yönü) kalan vakıf arazisine ise Birinci Evkaf Binası (Belvü Palas) inşa edilmiş, daha sonra Belvü Palas da yıkılarak bu alana Merkez Bankasının yeni Genel Müdürlük binası yapılmıştır. Belvü Palas’ın Güney yönüne inşa edilen İkinci Evkaf Binası ise halen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.
Böylece Kızıl Bey vakfının arazilerinde, bir yandan genç Cumhuriyetin finans merkezi inşa edilirken diğer yandan da devletin merkezi kuruluşlarına da bina yerleri verilmiş ve nihayet vakfın şehir merkezinde bulunan arazilerinin tamamı üzerine yeni binalar yapılmıştır.
Vakfın arazisi üzerinde ki inşa faaliyetleri sonucunda,; Sayıştay(Divan-ı Muhasebat), Merkez Bankası, Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, Birinci Etibank Binası(şu an Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür Tescil Daire Başkanlığı) PTT Genel Müdürlüğü, II. Evkaf Apartmanı(Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü), Etnografya Müzesi, Ankara Palas Oteli(Milli Saraylar-Devlet Konukevi), 100. Yıl Çarşısı, Stad Oteli (şimdi ki Radisson Blu Hoteli– külliye arazisinin otel yapılan bu kısmı önce Cumhuriyet Halk Partisine satılmış, arsa Cumhuriyet Halk Partisi mülkiyetinden Hazine’ye devredilmiş, 1954 yılında ise Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce Hazine’den satın alınarak Stad Oteli inşa edilmiştir) gibi binalar yapılmıştır.
Vakfın, Osmanlının son döneminde, Ankara İttihat ve Terakki Ankara Binası inşası için tahsis ettiği alanda yapılan binanın, daha sona ilk meclis, yani birinci TBMM binası olarak kullanıldığı göz önüne alındığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin mekânsal alt yapısının Kızıl Bey Vakfı arazisi üzerinde yükseldiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.
Diğer taraftan Kızıl Bey Külliyesin, Kızıl Bey türbesi de dahil olmak üzere tamamen yıkılması ile birlikte Kızıl Bey Camiinde bulunan başta ahşap minber ve kitabeler olmak üzere bütün kıymetli eserler, İstanbul Müzesine gönderilmiş, daha sonra 1940 yılında yeniden Ankara’ya getirilerek Ankara Etnoğrafya Müzesinde sergilenmeye başlanmıştır.
Resimde halen Ankara Etnoğrafya Müzesinde sergilenmekte olan Kızıl Bey Camii Minberinin ahşap sanat eseri, yan aynalıkları görülmektedir.
Vakfın külliye arazinin yollar ve arsalar olarak taksim edilmesinden sonra Kızıl Bey’in Türbe içerinde ki kabri ile birlikte aşağıda ki resimde görülen cami haziresinde ki birkaç mezarın açılarak, kabirlerde bulunan kemiklerin, Ziraat Bankası binasını Bankalar caddesinden ayıran ihata duvarının banka yönündeki dibine gömüldüğü rivayet edilmektedir.
3- Kızıl Bey Vakfından Günümüze Kalan Tek Eser AKKÖPRÜ
Ankara habitatının temel ögelerinden biri olan Ankara Çayı; şehrin kuzeybatı yönünden akan Çubuk Çayı ve İdris Dağından doğup şehrin doğusundan gelen Hatip Çayı ile güneyden akan İncesu (İmrahor Deresi) Deresinin, bugünkü Etlik Köprüsü ile Varlık Mahallesi arasında kalan kısımda birleşmesinden oluşmakta ve Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinin Dümrek köyü yakınlarında Sakarya Nehrine karışarak son bulmaktadır.
13. Yüzyılın başlarında, Ankara Kalesi etrafına kümelenen şehir nüfusunun, şehrin kuzey, batı ve kuzey yönleri ile olan yol bütünlüğü, Ankara çayı ile kesilmekte ve özellikle bahar ayları ile taşkın dönemlerinde kervanların karşı yöne geçişi hemen hemen imkânsız hale gelmekteydi. Şehrin ticari ve sosyal hayatını doğrudan etkileyen bu büyük sorun, 1222 yılında Kızıl Bey tarafından Akköprü’nün inşa edilmesi ile hallolmuş, köprü dönem dönem tadilat ve tamirat görerek 800 yıldan beri Ankara halkına hizmet vermeye devam etmiştir.
Yukarıda ki ilk resimde Akköprü’nün 19. Yüzyılın sonlarında ki hali gösterilmekte olup köprü, en son 2020-2022 yılları arasında Karayolları Genel Müdürlüğünce restore edilerek yukarıda ki ikinci resimde görüldüğü haliyle yaya hizmetine açılmıştır.
Anadolu Türk-İslam kültürünün 1000 yılı aşkın bir zamandır canlı olmasının temel nedenlerinden birisi de hiç şüphesiz vakıf kültürüdür. Anadolu ve Balkanlarda her biri bulunduğu şehrin simgesi sayılan, köprüler, çeşmeler, hamamlar ve camiler vakıf medeniyetimiz sayesinde ayakta kalmıştır. Ancak ne yazık ki Kızıl Bey’in Ankara şehri ile özdeşleşmiş külliyesinin yok olması ile birlikte Kızıl Bey’in Ankara’da ki ismi de tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmaya yüz tutmuştur.
Bununla birlikte, Maliye Bakanlığı bir kadirşinaslık göstererek Ankara’da ki bir vergi dairesine Kızıl Bey’in ismini vermiş ve yine Cumhuriyet’in ilk banknotlarında (Birinci Emisyon – 1926) 5 TL’lik Banknotun ön yüzüne, arazisi Kızıl Bey Vakfınca verilen, Birinci Meclis Binasını, arka yüzüne ise Kızıl Bey tarafından yaptırılan Akköprü’nün resmini basmıştır.
4- Kızıl Bey’in Kabri ve Kızıl Bey’e Olan Vefa Sorumluluğumuz
Anadolu’da çok bilinen atasözlerinden birisidir; “Baba oğluna bir bağ bağışlamış da oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş”, çoğunlukla genç nesillerin ata/babaya olan vefasızlıklarını ifade etmek amacı ile kullanılan bu söz aslında tam da Başkent Ankara’nın Kızıl Bey’e olan vefasızlığını ifade etmektedir.
Genç Cumhuriyetin kuruluş binası da dahil devlet teşkilatının ilk binaları kendi vakıf mülkü olan toprakları üzerinde yükselen Kızıl Bey’in, maalesef Ankara’da dikili bir mezar taşı bulunmamaktadır. Ankara’nın ve Ankaralıların bu büyük ayıbı ve vefasızlığı bir an evvel izale etmesi, Kızıl Bey’in şahsi mülkünde kendisine manevi dahi olsa bir kabir inşa etmesi elzemdir.
Esasen Ankara şehrine 8 asır hizmeti bulunan bir vakıf sahibinin Ankara’da üzerine bir “Fatiha” okunacak mekânının olmaması hakkında söylenecek çok ama çok söz olmakla birlikte sözü bir kenara bırakmalı, bu ayıbın temizlenmesi adına Ankaralı STK’lar ve yerel yönetimler kendilerine düşen görevi ifa ederek, önce Kızıl Bey’in mülkü üzerindeki duvar dibine gömülen aziz kemikleri üzerine bir kabir inşa etmelidirler. O güne kavuşmak adına şahsıma düşen tüm görevleri yapmak ve nihayet o kabrin başında Kızıl Bey’e ilk Fatiha okuyanlardan olmak dileğiyle tüm Ankaralılara sağlık ve esenlikler diliyorum.